Eserin Adı: Mai ve Siyah

Yazarı: Halit Ziya UŞAKLIGİL

Sadeleştiren: Nevzat KIZILCAN

Boyutu: 13-19

Sayfa Sayısı: 313sf

Basıldığı Yer, Yayınevi ve Baskı Tarihi: İstanbul, İnkılap ve Aka Yayınevi, 1977

İlk basım: 1896, İstanbul

 

 

Yazarın Hayatı:

 Halit Ziya UŞAKLIGİL: Türk yazarı. İstanbul’da doğdu. Mercan Mahalle Mektebi’nden  sonra Fatih Askeri rüştüyesine  devam etti. Ailece İzmir’e taşındıklarında öğrenimine İzmir rüştiyesine devam etti. Mekhitarist okulunda Fransızca eğitimi aldı.İki arkadaşı ile 1884’te Nevruz dergisi, iki yıl sonra Hikmet gazetesini çıkardı.  1893’te İstanbul’a gelerek Reji idaresinde başkatiplik görevine başladı. 1896’da Edebiyatı Cedide topluluğuna katıldı.Meşrutiyetten sonra Darülfünunda Batı Edebiyatı dersleri okuttu.Sonra, Darülfünunda müderris oldu.Hükümet tarafından 1913’te Fransa’ya , 1915’te Almanya’ya gönderildi. Cumhuriyetten sonra Yeşilköy’deki köşküne çekilerek gazetelerde yazmaya devam etti. Halit Ziya yazı hayatına, her konuda yazı ve tercümelerle girdi. Yazdığı şiirler Muallim Naci tarafından ağır bir dille yerilince mensur şiire yöneldi.1885’ten sonra yazmaya başladığı ilk romanları, Tanzimat romanının devamıdır. Bunlarda basit şemalarda duygusal aşk hikayeleri anlatılır. 1896’da Servet-i Fünun topluluğuna katıldıktan sonra Fransız romanlarını, özellikle teknik yapılarını ve anlatım ilkelerini incelemeye başladı. O yıllarda sürekli okuduğu yazarlar Balzac ve Paul Bourget’tir. Halit Ziya romanlarında, yaşadığı dönemin toplumsal şartları ve yetiştiği çevrenin özelliklerini dolayısıyla, genellikle varlıklı kişilerin hayatını ve meselelerini konu edindi. Kendi hayatına benzeyen hayatları tasvir etti; romanlarındaki kişiler, olayların oluşumu, Halit Ziya’nın iyi bildiği çevrelerden seçilmiştir. Roman kişileri tenkitçi bir tavırla ortaya koyan Halit Ziya, hikaye kişilerine daha çok şefkatle, acıyarak bakar; bunlar iyi yürekli, fedakar ve namuslu kişilerdir.Bu hikayelerde yazar, romanlarında olduğu gibi, küçük gözlemlerini değerlendirir.

            Halit Ziya, ilk romanlarından beri aradığı anlatıma, Edebiyatı Cedide döneminde ulaştı.

             

 

Eserleri:

Roman

            Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar.

Uzun Hikayeler

            Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İzdivacın Tarihi Muaşakası.

Oyun

            Kabus(1918, Ankara Devlet Tiyatrosunda oynandı.)

Hatıraları

            Kırk Yıl, Saray ve Ötesi,Bir Acı Hikaye...

 

Servet-i Fünun devrinde, Tanzimat ile başlayan yeni nesir gelişerek olgunlaşmış ve  bu devirde bugün klasik olarak değerlendirebileceğimiz güzel örnekler meydana getirilmiştir. Servet-i Fünun romancıları, Namık Kemal’in açtığı “sanatkarane roman” tarzını geliştirerek modern Batı seviyesine yükseltir. Servet-i Fünuncular yazdıkları hikaye ve romanlarda tasvir ve tahlil için önemli bir yer ayırmışlardır. Ayrıca bu hikaye ve romanlarda ilk defa kadın erkekle bir seviyede görülmüştür. Mai ve Siyah’ta belirtilen özellikler ustaca kullanılmıştır. Roman ve hikaye tekniğindeki aksaklıklar bu dönemde ortadan kalkmış, yazarlar anlattıkları olayda aradan çekilmişlerdir.

Servet-i Fünun edebiyatının roman ve hikayede en güçlü ismi Halit Ziya’dır. Türk nesrinin gelişmesinde önemli etkide bulunmuştur. Halit Ziya’ya göre güçlü bir Türk nesir üslubunun oluşması için eski nesir yanlışlıklarından uzaklaşılarak, Fransız nesir üslubunun teknik özellikleri benimsenmelidir. Bu yüzden romanlarında sıfat tamlamaları ve benzetmelerde süslü cümleler yer alır.

Halit Ziya’nın romanlarındaki türler genelde yerleşmiş ve çevresinden sağlanmıştır. Sağlam bir tekniğe sahiptir. Bu romanlarında göze çarpmaktadır. Romanlarında yaşadığı dönemin etkisi görülür. Özellikle Fransız realist ve naturalistlerin tesirinde kalmıştır. Bunda aldığı eğitimin payı büyüktür. Batılaşma üzerinde durur. Genellikle realist ve psikolojik eserler vermiştir. Roman konuları genellikle aydın çevreler, hikaye konularını ise halk tabakasından seçmiştir. Kahramanlarını yaşadığı çevreden seçmiştir. Yazar genellikle belli bir kesimi ele alır ve o cemiyetin hastalıklı tiplerini işler. Bunlar “ev içi” romanlarıdır.

 

 

 

Plan:

            Ahmet Cemil okulu bitirmiştir. Zamanındaki şiir anlayışından müzdalip olan A.Cemil kendince bir şiir oluşturma çabasındadır. Bunun yanında hayata devam etmektedir. Hayat karşısında aldığı mağlubiyetler sonunda umutlarını yitiren A.Cemil’in umutsuzluğa düşmesi ve gittikçe karanlığa gömülmesi realist bir tutumla tasvir edilmiştir.

            Tepebaşı bahçesinde verilen bir ziyafetin anlatılması ile başlayan roman gittikçe kişilerin üzerine yoğunlaşmış ve roman tek bir olaydan sıyrılıp birçok olayın iç içe yaşandığı bir şekil almıştır. Romanda olay çokluğu göze çarpar ve grup şeklinde bir olay örgüsü oluşur.A.Cemil’in Mirad-ı Şuun’da çalışmaya başlaması, Vehbi Beyin, İkbal ile evlenmesine değin geçen olaylar A.Cemil’in gelecek ile ilgili umutlarını göstermektedir. Şöyle ki, A.Cemil Mirad-ı Şuun’dan önceki hayatı ekonomik zorluklar içinde geçmiş, ailesine bakabilmek için çok zorlanmıştır. Kızkardeşinin geleceğinden kaygılanmaktadır. Mirad-ı Şuun’a girip ekonomik durumunu düzeltip, kardeşininde Vehbi Bey ile evlenmesi romanda birinci gurubu teşkil eder. Görücü usulü ile evlenen İkbal’in  kocasının kötü karakterde bir insan olması ve bu evliliğin diyetini kendi canı ile ödemesi, bu durum karşısında A.Cemil’in elinden hiçbir şey gelmemesi, Lamia’nın bir başkası ile evlenmesi A.Cemil’in umutlarını tüketmiştir. Bu kısma kadar olan bölüm ikinci gurubu teşkil eder.

            Serim Bölümü=Bu bölümde daha çok canlı tasvirler göze çarpar. İnsanların psikolojilerine yer verilmiş ve A.Cemil’in bakış açısından onların ruh özellikleri anlatılmıştır. Daha çok romantik tasvirlere değinilmiştir.   

            Düğüm Bölümü=Romandaki ilk düğüm romanın sonuna kadar sürmektedir. Aradaki düğümler ondan önce çözümlenmiştir. Romanda birinci düğüm A.Cemil’in şair olarak ideallerini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini, A.Cemil’in yapıtını yazmaya başlaması edebiyat tartışmalarına katılması ile başlıyor. İkinci düğüm Lamia ile evlenip evlenemeyeceği.Üçüncü düğüm ise İkbal’in mutlu olup olamayacağıdır.

            Çözüm Bölümü=Romandaki birinci düğümün çözümü A.Cemil’in hayat karşısında aldığı yenilgilerle paralellik göstermektedir. Kardeşinin vefat etmesi Lamia’nın bir başkası ile evlenmesi ve ekonomik durumunun da gittikçe bozulması A.Cemil’in umutlarını söndürmüş ve bir şair olarak ideallerini gerçekleştirme noktasında onu karanlığa sürüklemiştir. Nitekim A.Cemil  şimdiye kadar yazdığı bütün şiirlerini ateşte yakmış ve annesini de alarak İstanbul’u terk etmiştir.Düğüm bölümü romanda birinci gurubu teşkil ederken, çözüm bölümü de ikinci gurubu oluşturmaktadır.

Üslup:

            Eser dönemin sorunlarını realist bir şekilde incelediği için önemlidir. Tanzimat ile birlikte başlayan batılaşma hareketlerini ve bunun neticesinde oluşan dilde sadeleşme sürecinden oldukça nasibini almış ve zamanının dili, göze alındığında son derece sade bir dille yazılmış olan bu yapıt yazar tarafından yıllar geçtikçe dönemindeki dil özellikleri göz alınarak sadeleştirilmiş ve okuyucuya sunulmuştur. Eserde yazıldığı dönemin dil özellikleri göze çarpmaktadır. Cümle kuruluşları genellikle düzdür. Devrik cümlelere fazlaca rastlanmamaktadır. Bozuk cümleler pek bulunmamaktadır.

            Dili kullanım açısından büyük başarı sağlanmıştır. Sıfat ve isim tamlamaları geniş yer almaktadır.Eserde çok fazla yabancı kelime kullanılmıştır. Bunun sebebi Halit Ziya’nın Fransızca eserleri çok okuması ve onlardan fazlaca etkilenmesidir. Eserde yer alan bazı kelimeler şunladır: Okka, Woldtemfel, Küfi, Lepiska, Galop, Lahoma...

            Söz oyunları anlatımı etkilemektedir. Bence eserin temasına böyle bir anlatım uygun düşmektedir.Eserde söz oyunlarına çok yer verilmiştir. Bu eser için bir kusurdur. Halit Ziya da bir konuşmasında bunu vurgulamıştır...

 

 

Eser:

Roman türünün edebiyatımızdaki en güzel örneklerinden olan Mai ve Siyah’ta yazar yaşanılan bir dönemin sosyo kültürel durumunu gözler önüne sermiştir. Yazar romanda okuyucuya dönemin yaşantısını A.Cemil’in bakış açısından vermeye çalışmıştır. Bu bakış açısında kendi içinde bir objektiflik ve realistlik göze çarpar. Mai ve Siyah dönemin bütün toplumsal sorunlarını gündeme getiren bir roman olmuştur. Yazar dönemindeki bir takım sorunları kahramanları vasıtasıyla okuyuculara açıklamıştır.

            Yazar bu romanda neslinin şair idealini ele alır, o zamanki sanat ve basın dünyasını yer yer çok gerçekçi çizgilerle tasvir eder. Bu tasvirlerde insanların duyguları çok güzel işlenmiştir. Eser aşırı duygusal ve romantik bir romandır.

            Eserin tema için karamsarlık, ayrılık, aşk, pişmanlık diye tek bir şey söylemek mümkün değildir. Bunun içindir ki bunların hepsini içine alan kader belki de bu eserin teması olabilir.

            Mai ve Siyah bize İstanbul’daki sanat ve edebiyat çevrelerini yansıtan başarılı romanlardan biridir. Romanın kahramanları olan A. Cemil’in basın ve yayın hayatının merkezi olan çevrelerle ilişkisi bize dönemindeki edebiyat ve kültür hareketlerini yansıtmıştır.Mai ve Siyah bu bakımdan Servet-i Funun edebiyat akımının romanı sayılır.    Ahmet Cemil: Romanın baş kahramanıdır.Olaylar onun etrafında oluşur.Genç,yakışıklı,zeki,tuttuğunu koparan, aklına koyduğunu yapan,yeni edebiyat anlayışını temsil eden bir kişiliktir.                                                                                                     Raci:Ahmet Cemil’in karşısında olan yani eski edebiyat anlayışını temsil eden,onunla zıt fikirlere sahip,onu çekemeyen ve onun yolunu kesmeye çalışan birisidir.

            İkbal: Ahmet Cemil’in hayatını adadığı sevgili kızkardeşi, iyi kalpli, masum, güzel hayattan çok acı çekmiş, bahtı kara birisidir.

            Vehbi Bey: İkbal’in kocasıdır. Kaba, bencil, boyuna içen, küstah, karısına kötü davranan, onun ölümüne sebep olan alçak bir heriftir.

            Lamia: Ahmet Cemil’in çocukluktan kalma en büyük aşkıdır. Ahmet Cemil’in evlenmek istediği, sevdiği, hayatındaki ideal kadın.

            Hüseyin Nazmi: Lamia’nın abisi ve Ahmet Cemil’in yakın arkadaşı. Ahmet Cemil ile edebiyat tartışmalarına giren, onu kabullenen ve destekleyen birisidir.

 

 

 

Özet:

A.Cemil, çok  doğru, iyi kalpli bir avukatın oğludur. Annesi ise erdemli bir kadındır. Öğrenimine resmi okullarda başlar. Öğrenimi sırasında babası vefat eder. Okulu bitirir bitirmez kız kardeşine ve annesine bakmak zorunda kalır. Fakat elinden fazla bir iş gelmemektedir. Yabancı dil bildiği için sadece evlerde ders vermektedir. Bir de şiir yazmaktan başka bir becerisi yoktur.  Ders verdiği öğrencilerin yaptığı şımarıklıklar onu bezdirmiş ve bu işi bırakmasına sebep olmuştur. Daha sonra gecesini gündüzüne katarak Fransızca kitap tercümesi yapmış fakat emeğinin karşılığını alamamıştır. Gittikçe umutsuzluğa kapılmıştır. Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lamia’yla evlenecek midir? Edebiyatımıza yeni bir yön verebilecek midir? En sonunda Mirat-i Suun adlı gazetede iş bulur ve gazetede tercümeler yapmaya başlar. Hayatı az çok düzene girmeye başlar.

            Hatta gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, A.Cemil’in kız kardeşi İkbal ile evlenir. O zaman Süleymaniye’de eski bir evde oturan A.Cemil kız kardeşini bahtiyar görmek hevesiyle, güzel bir düğün yapar. Ama bu evlilik, o zamanın evlenme şartları yüzünden başarılı olmaz. Evlenenler daha önceden birbirlerini tanımadıkları için, bağdaşamazlar. Vehbi Efendi gayet kaba, boyuna içen, küstah bir kimsedir. Bir gece Vehbi Efendi hamile olan İkbal’i öyle hırpalar, öyle bir tekme atar ki, zavallı kadın çocuğunu düşürür. A.Cemil çıldırmış gibidir, onu Ali Şekip zor zaptetmektedir. Kız kardeşini ölümden kurtarması lazımdır. Aldığı bütün tedbirlere karşı İkbal’ı ölümün pençesinden kurtaramaz.

            Hüseyin Nazmi uzakça bir vazifeyle dışişlerine tayin edilmiştir.A.Cemil bir gün onu ziyarete gider.Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi ,sevineceğini zannederek A.Cemil’e başka bir haber daha verir,Lamia’yı evlendiriyorlardır.Zihninde kızı ailesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul etmiştir diye tasarlar.Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür fakat bir yuva kuramayacağını anlayınca vazgeçer.     

            Bütün umutları,gelecekle  ilgili planları bir bir sönmüştür.Geriye ne kalmıştır.Bütün ömrünü koyduğu şiirleri mi?Bir an bile durmadan onları da ocağa atıp yakar.Yanışını gözlerinde yaşlarla izler.O eserin zaten bir anlamı kalmamıştır.

            Madem ki Hüseyin Nazmi gidiyor,o da gidecektir.Anadolu da bir vazife alıp gidecektir . Kararını yerine getirir.Dertli anasını alarak bir vapura biner . Gece karanlığında, son defa İstanbul’u seyreder.Vaktiyle bütün ışıklar ona elmas gibi görünüyordu fakat şimdi her yer simsiyahtır.

 

 

Eleştiri:

            Eserin dış görünüşünde ön kapağı Ahmet Cemil’in ve çevresindekilerin fotoğrafları bulunmaktadır. Kapak beyaz zemin üzerine mavi renklerle donatılmıştır. Kapak bence daha sade olmalıdır. Resimlere yer verilmesi benim için uygun değildir. Ahmet Cemil ve çevresindekilerin resimlerinin kapakta bulunması insanların tasvirinde hayal gücümüzü kullanmamızı azaltmıştır. Bu yüzden resimlere yer verilmemelidir. Karakterler okuyucunun hayal dünyasına bırakılarak hikayeye biraz gizem katılmalıdır. Kitabın edebi türü Türk nesir üslubunun gelişmesine yardımcı olmuştur.Tanzimatla başlayan edebiyat akımına bir renk katmıştır. İçerik bakımından konu ince ayrıntılarla işlenmiştir. Akıcı şiirsel bir dille yazıldığı için okuyucuyu sıkmayıp konuya daha çabuk adapte olmasını sağlamaktadır. Türk edebiyatımız için önemli bir yeri olduğundan okunmasını siz saygıdeğer öğretmenimize ve bütün arkadaşlarıma tavsiye ederim.

 

 

 

 

 

            KİTAP İNCELEME VE TANITMA PLANI

Eserin Adı:

Yazarı:

Çevireni:

Boyutu:

Sayfa Sayısı:

Basıldığı Yer, Yayınevi ve Baskı Tarihi:

Kaçıcı Baskı Olduğu:

 

1.Yazar

a.Hayatı, edebi kişiliği ve eserleri:

b.Yaşadığı dönem, çağ:

c.Çağdaşı olan yazarlarla birleştiği ya da ayrıldığı noktalar ve özellikleri:

d.Başka yazarlara etkisi ya da başka yazarlardan etkilenmesi:

e.Yazarın genellikle işlediği konular:

f.Belli bir edebi ekole bağlılığı

 

2. Eser

a.Türü (roman, hikaye, anı, tiyatro...)

b.Teması ( Burada özellikle yazarın konu karşısındaki egemen olan duygusuna dikkat edilecektir. Bilimsel eserlerde tema yoktur, edebi eserlerde tema vardır. Konuda egemen olan duygu yani tema şunlardan olabilir: Gurbet, karamsarlık, ölüm korkusu, ayrılık, yardımlaşma...)

c.Eserin yazılmasındaki amaç (fikir ya da ana duygular) nelerdir? Eser, bu amaca ulaşabilmiş midir? ( Anafikir daima bir yargı cümlesiyle bitirilmelidir.)

 

3.Plan

            eserde olay ve bu olayların kuruluşu nasıl düzenlenmiştir? Serim, düğüm ve çözümlerinin özellikleri ve bu bölümlerin sıralanışı nasıldır?

 

4.Eserin Özeti

 

 

5.Üslup

a.Eserden dil açısından ne derece başarı sağlanmıştır? Cümle kuluşlarında ne gibi özellikler vardır? Kusurlu, bozuk cümleye rastlanıyor mu?

b.Anlatım eserin konusuna uygun mu?

c.Eserde sık sık tekrarlanan sözcükler ve benzetmeler var mıdır? Eskimiş, canlılığını yitirmiş sözcükler kullanılıyor mu?

d.Eserde; konu, dil... bakımlarından yazıldığı çağı belirten özellikler var mıdır?

 

6. Eseri Eleştirme

            Dış görünüşü, edebi türü, konusu, teması, anafikir ya da ana duygusu, üslubu hakkında genel bir yargıya varılacaktır. Okuyucu  bu doğrultuda olumlu ya da olumsuz kişisel görüşlerini belirtecektir.

SANATA ADANAN BİR YAŞAMIN BAŞ KAHRAMANI HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

 

1886  Halit Ziya Uşaklıgil İstanbul’da doğdu.

1878 İzmir Rüştiyesine girdi. Bu okuldan sonra İzmir’de İtalyan Katolik Koleji’nde okudu.

1883 İstanbul’daki Hazine-i Evrak ve İzmir’de ki Vilayet gazetelerin de ilk çeviri yazıları yayımlandı.

1884 İki arkadaşıyla birlikte Nevruz dergisini çıkardı.

1885 Garpten Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransız Tarih ve Numune-i Edebiyatı incelemesini yayımladı.

1886 Hizmet ve Ahenk gazetelerini çıkardı; ilk romanı Sefile tefrika edilirken (Hizmet gazetesin de) sansür tarafından yarıda kesildi, romanın kitap olarak yayımına izin verilmedi.

1888 Bir Muhtıranın  Son Yaprakları ve Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası adlı hikaye kitapları.

1889 Paris sergisi için Fransa’ya gitti, Avrupa izlenimlerini yayımladı. Nemide ve Bir Ölünün Defteri adlı romanları; Mensur Şiirler.

1893 İstanbul’daki Reji Müdürlüğü’nde görev aldı, annesinin ölümü üzerine yazdığı Mezardan Sesler.

1894 Fedi ve Şürakası roman), Bu mu İdi? (hikaye).

1896Servet-i Fünun topluluğuna katıldı.

1897 Mai ve Siyah (roman).

1900 Aşk-ı Memnu (roman).

1901 Solgun Demet (hikaye).

1908 Servet-i Fünun dergisi kapatılınca, suskunluk dönemine girdi.

1909 Sabah gazetesinde başyazarlık. Nesl-i Ahir romanı Sabah’ta tefrika edildi.

1909-1913 İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından Mabeyin Başkatipliği görevine getirildi.

1911 Bir Şi’r- i  Hayal (hikaye).

1912-1915 Tedavi amaçlı Avrupa seyahati.

1915 Reji şirketin de komiserlik görevi; Dadülfünun’da estetik ve Batı edebiyatı öğretmenliği.Almanya’ya yolculuk.

1922 Bir Hikaye-i Sevda (hikaye).

1924 Kırık Hayatlar (roman).

1932 Hepsinden Acı (hikaye).

1936 Aşka Dair (hikaye), Kırk Yıl ( 5 cilt, anı).

1937 İhtiyar Dost (hikaye).Tiran büyükelçiliği başkatibi olan oğlunun intiharı üzerine Yeşilköy’de ki köşküne çekildi, anılarını yazmak ve eserlerinin dilini yalınlaştırmakla uğraştı.

1938 Sanata Dair (inceleme; son ciltleri ölümünden sonra yayımlandı).

1942 Saray ve Ötesi (anı), Bir acı Hikaye (Vedat’la ilgili anılarını anlatan bir tür anma kitabıdır); “ Ellinci Sanat Yılı “ kutlaması yapıldı.

1945 23 Mart’ta İstanbul’da öldü.

 

Romanda Adı Geçen Kahramanlar

 

Ahmet Cemil              : Romanın baş kahramanı

İkbal                      : Ahmet Cemil’in kızkardeşi

Sabiha Hanım             : Ahmet Cemil’in annesi

Seher                     : Evin hizmetçisi

Vehbi Bey                 : İkbal’in kocası

Tevfik Bey                : Vehbi Bey’in babası

Hüseyin Nazmi            : Ahmet Cemil’in çocukluk arkadaşı, yazar

Lamia                     : Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi

Ahmet Şevki Bey         : Gazete yönetim memuru

Ali Şekip                  : Gazete başyazarı

Hüseyin Baha Efendi      : Gazete de imtiyaz sahibi

Sait                       : Gazete de çalışan yazar

Saib                      : Gazete de çalışan diğer yazar

Raci                       : Gazete de düzeltme işi yapan yazar

Nedim                    : Raci’nin oğlu

 

MAİ ve SİYAH

 

Mir’-at-ı Şuun gazetesinin 10. yılı için yazı kuruluna verilen şölene, gazete yazarı yedi arkadaş katılır. Bunlar Ahmet Cemil, Sait, Raci, Hüseyin Baha, Ahmet Şevki, Saib ve Ali Şekip’den başkası değildir. Ahmet Cemil çocukluk arkadaşı Hüseyin Nazmi (Gencine-i Edep başyazarı) hakkında yapılan olumsuz eleştirileri kabul etmeyip, arkadaşlarının şiirlerinin yeni bir akıma öncülük ettiğini savunur. Raci başta olmak üzere, şiirdeki bu yenilikler hiç kimse tarafından kabul görmez.

Şölen bitipte herkes dağıldığın da Ahmet Cemil, Tepebaşı’nda Haliç’e bakan bir ağacın altında, mavi bir gökyüzü altın da mavi düşlere dalar. Düşlerin de çok ünlü bir şair olmak, bir gazete veya basımevi sahibi olmak, mutlu bir evlilik ve daha neler neler...

Bir yıldan beri basın dünyasının içinde olan Ahmet Cemil, bu camianın bir çok çirkefliğini gören ancak herkes tarafından sevilen bir insandır. Raci hiçbir şey olmamak üzere dünyaya gelen, ancak her şey olmaya çalışan, (özelliklede şair olamaya çalışan) kıskanç ve kin dolu biridir.

Baş yazar Ali Şekip alçak gönüllü, az konuşan, bilgili bir insandır.

Sait’in kendine özgü bir karakteri olmayıp, başkalarını taklit ederken,  Saib gözü kulağı her yerde her şeyden haberdar, zayıf kuru bir çocuktur.

Yönetim memuru Ahmet Şevki Efendi ve İmtiyaz sahibi Hüseyin Baha Efendi temiz yürekli, ortalık karıştırmayan insanlardır.

Ahmet Cemil on dört yaşındayken, dava vekili olan babasının biriktirdiği üç beş kuruşla Süleymaniye’de aldığı evde annesi, kız kardeşi İkbal ve hizmetçileri Seher’le mutludurlar. O vakit yatılı okuyan Ahmet Cemil’in okulu bitirmesine bir yıl vardır.

Okuldaki en samimi arkadaşı olan Hüseyin Nazmi ile sürekli şiirler okur, tercümeler yaparlar. Hüseyin Nazmi varlıklı bir ailenin çocuğudur.

Babasının vefatından sonra evin geçimini üstlenmek zorunda kalan Ahmet Cemil önce kitabevlerine çeviri yapar ancak eline fazla para geçmez.

Mir’at-ı Şuun gazetesinde bir romanın tefrika edileceği haberini alan Ahmet Cemil, gazeteye başvurur ve bir hafta içinde bir romanı çevirmesi istenir. Gazeteye girişi böyle başlar.

Son sınıfta olan Ahmet Cemil, okul dönüşü sabahlara kadar çeviri yapar, derslerini ihmal eder ve gitgide zayıflar. Üstelik arkadaşı Hüseyin Nazmi ile de pek görüşmezler. Biri gündüzlü, diğeri yatılıdır.

Ahmet Cemil bir gün bir basımevi kuracağı ve önemli bir şair olacağı hayalleriyle durmadan çalışır. Üstelik haftada üç gece altı yaşlarında bir çocuğa evinden uzak bir mesafede, ders vermeye başlar.

Tüm bu şartlar altında diplomasını almayı da başarır.

Şölenin verildiği gecenin sabahı Ahmet Cemil gazeteye gittiğinde, Raci’nin oğlu ve karısını görür. Raci uzun zamandır sabaha karşı evine sarhoş gelmekte, başka kadınlara takılmaktadır. Kadın çocuğunun geleceğinden endişe etmektedir.

Gazeteye gelen Sait’le Saib, Raci’yi bir gece önce bir Alman şarkıcı kadınla gördüklerini söylerler. Bunun üzerine Ahmet Cemil ve Ahmet Şevki oraya gitmeye karar verirler.

O gün işini erken bitiren Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi’ye gider. Kapıda onu küçük kız kardeşi Lamia karşılar. Arkadaşı hakkında yapılan haksız eleştirilerden bahseder ancak Hüseyin Nazmi bunlara pek kulak asmaz.

Ahmet Cemil’in en büyük hayali insanlığın hayatını anlatan, yeniliklerle dolu bir şiir yazmaktır. Öyle ki bir gülümsemeyle başlasın, bir damla göz yaşıyla sona ersin.

Ahmet Cemil’in şiirde olmasını istediği şudur:

Örneğin hüzünlü bir parça; Faülün, faülün, faülün ölçüsüyle giderken, mefailiün, failatün, mefailün, failün ölçüsüyle bir duygusallık coşması, sonra; müstef’ilün, müstef’ilün ile bir durgunluk, daha sonra bir ıstırap hıçkırığı gibi tek bir ulün..... tıpkı bir müzik gibi.

Onun istediği tek düze bir anlatım değil, serbest kafiyeli ama birbirine uygun ve ahenkli bir şiir yazmaktır.

Hüseyin Nazmi, şiirini bitirdiğinde Ahmet Cemil için evinde bir şölen vereceğini söyler. Daha sonra Lamia’nın çaldığı piyanonun sesleri gelir ve onu dinlemeye giderler.

Ahmet Cemil Lamia’yı dinlerken onun bir kız oluşunu, büyüdüğünü hayal eder ve kendisinin karşısına çıkacak kızın kim olacağını düşünür. Küçük konser bitince Ahmet Cemil evden ayrılır.

Ertesi gün, akşamüstü Ahmet Şevki Efendi, onbeş yıldır hiç uğramadığı Beyoğlu’na gitmek istediğini söyler Ahmet Cemil’e. Hem de Raci’yi görebilmek için bir fırsattır bu. Raci’yi hiç sevmeyen bu iki dost, karısına ve oğluna üzülmektedirler.

Dolaşırken Raci’yi bir eğlence yerine giderken görürler. Onlarda içeri girerler. Burası Almanya’dan, Romanya’dan, Avusturya’dan geçinmek için gelen kadınların çalıştığı, müzikli bir yerdir.

Raci burada şarkıcılık yapan bir Alman kadına deliler gibi aşıktır. Ancak kadından hiç yüz bulamaz, üzüntüden kendini içkiye verir. Raci’nin bu durumu onları çok üzer ve oradan ayrılırlar.

Raci’nin oğlu Nedim artık gazetede çalışmaktadır. Raci’den başka herkes çocuğa güleryüz gösterir.

Mayıs başlarında bir Cuma günü, Ahmet Şevki Efendi, Ahmet Cemil’le konuşmak ister. Konu kızkardeşi İkbal’le ilgilidir. Basımevi sahibi Tevfik Efendi’nin, oğlu Vehbi Bey’i evlendirmek istediğini, uygun bir kız olup olmadığını, kendisinin de Ahmet Cemil’in kızkardeşi İkbal’i  tavsiye ettiğini söyler.

Ahmet Cemil bir yandan evde yabancı bir insanın yaşamasından duyacağı rahatsızlıkları düşünürken, bir yandan da  kızkardeşinin bu varlıklı  insanla evlenerek hayatını kurtaracağını düşünür.

İkbal’e görücülüğe gidilir, beğenilir, ardından da istenir. Kısa süre içinde düğün yapılır. Ahmet Cemil ilk bir hafta hiç eve uğramaz, arkadaşı Hüseyin Nazmi’de kalır. Bir hafta sonra bir akşam yemeğinde aileye katılan Ahmet Cemil, bu evde kendini bir yabancı gibi hisseder ve artık haftada dört gece ders vermeye gider, eve geç vakit gelip, sabah erkenden çıkar.

İki ay kadar sonra, bir sabah annesi Sabiha Hanım gelir ve ikbal’in gizli gizli ağladığını, mutsuz olduğunu söyler. Ahmet Cemil kızkardeşinin ağzından birşeyler almak ister ama İkbal hiçbirşey belli etmemeye, mutlu görünmeye çalışır.

Aynı gün basımevine gittiğinde, Vehbi Bey’in babası Tevfik Bey’in on altı yaşında bir kızla evlendiğini duyar ve çok şaşırır.

O yılın kışı Ahmet Cemil’in dayanma gücünü tüketen bir sefillik dönemi olur. Bir yandan basımevindeki iş hayatı, bir yandan artık yetişemez olduğu ders vermeler ve evde bir türlü ısınamadığı eniştesi Vehbi Bey. Üstelik bütün gücüyle artık bitirip yayınlatmak istediği şiiri bütün vaktini alır. Nihayet bir haftalık ayıklamadan sonra  artık şiiri küçük bir defter halini alır. Sonunda rahatlamıştır.

Şiirini en yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’ye okumak üzere yola çıkar. Yolda bir yıldır hiç görmediği Lamia’ya rastlar. Lamia artık bir genç kız olmuştur. Ona şiirinden bahseder. Yıllardan beri içinde tutuşan özlemlerin, tutkunun, sevginin gerçek sahibini arayan Ahmet Cemil, bu kişinin Lamia olduğunu fark eder ve ona delicesine sevdalanır.

Bir gece herkes yatmak üzere odasına çekilmek üzereyken kapı çalar ve Vehbi Bey’in babası Tevfik Bey’in felç olduğu haberi gelir.

Vehbi Bey daha ertesi sabah, basımevi yönetimine el koyar, hesapları sorar ve çalışanlara çirkin davranışlarda bulunur. Herkesi derin bir kaygı alır.

Akşam basımevine uğrayan Hüseyin Nazmi,Ahmet Cemil’i alarak evine götürür. Yolda basımevin de olanları anlatan Ahmet Cemil, bir taraftan da Lamia’yı görebilme umudu içindedir. Hüseyin Nazmi, arkadaşının şiir kitabını okuma törenini bir ay sonra yapacağı haberini alır.

Ertesi sabah basımevine girdiğinde, Raci’nin perişan halde olduğu haberini alır Nedim’den. Sevdiği Alman kadından yüz bulamayan Raci, iyice kendini içkiye vermiştir. Üstelik ciğerleri sökülürcesine öksürmekte ve  günden güne erimektedir.

Vehbi Bey tarafından yönetimden çıkarılması düşünülen Ali Şekip, eniştesinden gelecek bir miktar parayla bir kağıtçı dükkanı açmak için girişimlere başlamıştır bile. Artık istenmediği yerde kalmak istemez.

Sıra Hüseyin Baha Efendi’dedir. Vehbi Bey onu da bir aylığa bağlayarak yönetimi tümden Ahmet Cemil’in idaresine bırakıp, boş yere çalışanlara para ödememeyi düşünür.

Sıra gazete müdürü Hüseyin Baha Efendi’dedir. Vehbi Bey’e göre, Ahmet Cemil, Sait ve Saib gazeteyi pekala yönetebilir, kendisi de memurluğa devam edebilirdi. Ancak kafasın da daha başka planlar vardır.

Vehbi Bey bir gün Ahmet Cemil’e, evini ipoteğe vererek kendisiyle ortak olmasını, basımevine bir taş makinesi ve benzinle çalışan bir makine alınarak daha çok kazanabileceklerini, her ay 25 lira ödeyerek evin borcunu ödeyebileceklerini söyler. Çaresiz Vehbi Bey kabul eder. Alınan yeni makineyle gerçekten iyi kazanç sağlanır ve geceleri üç arkadaş Sait, Saib ve Ahmet Cemil sırayla gazetede kalır, orada yer içerler.  

Artık kitabını tamamlayan Ahmet Cemil, arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin Erenköy’deki evinde verdiği şölene, edebiyat dünyasından birkaç kişiyle katılır. Hüseyin Nazmi’nin açılış konuşmasından sonra sıra Ahmet Cemil’in kendi şiirini okumasına gelir.

Hasan Latif Bey, İlhami Efendi, Raci, Süleyman Vahdet Efendi ve Hüseyin Nazmi; Ahmet Cemil’in okumaya başladığı şiiri, biraz kıskançlık, biraz şaşkınlıkla ve büyük bir dikkatle dinlemeye koyulurlar. Ahmet Cemil birara Lamia’nın kapıda belirdiğini görür, o an  kanı donar ama belli etmemeye çalışarak okumaya devam eder.

Okuma bittikten sonra, herkes Ahmet Cemil’i kutlar ve  bahçeye çıkılır. Raci, Ahmet Cemil’in kendisini eniştesine kovdurttuğunu ima eder. Ahmet Cemil büyük bir üzüntü duyarak yürürken, Lamia’nın yemek odasına girdiğini görür. Geri dönüp ona sevgisini açmayı düşünür ancak vazgeçer.

Düşünceler içinde geçen bir gecenin ardından sabaha karşı uyuyabilen Ahmet Cemil, birden defterinin olmadığını görür ve yemek odasın da unutulan defter, uşak tarafından getirilir.

Ertesi gün ev de İkbal’in ağlama sesini duyan Ahmet Cemil, kardeşinin derdinin ne olduğunu, bir yıldır süren evliliğin de neden mutsuz olduğunu sorar ama hiçbir cevap alamaz.

Odasına gelen annesi Sabiha Hanım, İkbal’in hamile olduğunu, Vehbi Bey’in hizmetçi kız Seher’i sıkıştırdığını, Lamia’yı sürekli aşşağılayıp dövdüğünü ve haftada birkaç geceyi yatalak babasının evin de, onun genç karısıyla geçirdiğini anlatır.

Ahmet Cemil ve annesi; İkbal’i kurtarmanın bir yolunu düşünmeye başlarlar. Eniştesinden artık iyice nefret eden Ahmet Cemil, evi kurtarmak için gazete de çalışmaya devam etmek zorunda olduğunu düşünür. Daha çok çalışacak, evin parasını kurtaracak, Lamia’yla evlenecek ve kızkardeşini bu adamdan ayırarak, ailece yeniden mutlu bir hayat sürecekler. Bu düşünceler içinde Lamia aklına gelir Ahmet Cemil’in, şiir defterini yeniden okumaya başladığın da, en son sayfada Lamia’nın el yazısını görür. “Tebrik ederim....” Artık Lamia’nın da kendisini sevdiğini ümit eder.

Sabah uyandığında, söküklerini tamir etmesi bahanesiyle İkbal’i odasına çağıran Ahmet Cemil, kızkardeşiyle azda olsa konuşma fırsatı bulur.

Gazeteye gittiğinde; önceki akşam okuduğu şiir hakkında, hiç de hoş olmayan eleştirilere arkadaşlarının gülüştüğünü, alay ettiğini görür. Sabah gazetelerde çıkan bu yazının Raci’ye ait olduğunu anlar.

Ahmet Şevki Efendi ona, üzülmemesi gerektiğini söylese de, o, bu yazıların herkes tarafından özellikle Lamia tarafından okunacağı düşüncesiyle kahrolur.

Ahmet Şevki Efendi şiirin anlaşılamamasının bu kadar önemli olmadığını, önemli olanın kız kardeşinin sorunu olduğunu söyler. Ahmet Cemil’in basımevinden ayrılamayacağını, makinaların parasını çıkarana kadar çalışarak evi kurtarmasını, sonrada İkbal’i kocasından boşattırabileceğini söyler.

Makinaların başına giden Ahmet Cemil, biraz dizgi düzeltme işleri yaparak avunmaya çalışır. O sırada Raci’nin çok kötü bir durumda yattığını öğrenir. Artık Onu bir hastaneye yatırmak gerekir. Her gün biraz daha ölüme yaklaşan Raci, Gureba Hastanesine yatırılır.

Akşam evde Vehbi Bey’in, diğer günlere göre daha farklı olduğu gözlenir.  Odalarına çekildiğinde, kızkardeşiyle eniştesi arasında ciddi bir tartışma duyulur. Vehbi Bey, gazetelerde Ahmet Cemil hakkında çıkan haberlerin gazetenin onuruna dokunduğunu, bunu İkbal’in ağabeyine söylemesi gerektiğini söyler. İkbal bunu Ahmet Cemil’e çok zorlanarak söyler. Bu; gazeteden kovulduğu anlamına gelir.

Ertesi gün gazetede yönetim memuru Ahmet Şevki Efendi, Mir’at-ı Şuun gazetesinde yer alan bir yazıda, başyazarlığın Ahmet Cemil’den alınarak, daha önce üç dört kez kovulan Osman Tayyar’a verildiği haberini gösterir.

Ahmet Cemil makinaları alıp, kiraya vermek ya da bir basımeviyle ortak olmak, kendisinin de ders vermeye devam edeceğini düşünür ancak beş parasızdır. Üstelik makinaların borcu kendisine aittir. Evi kurtarmak için çaresiz, Vehbi Beyle çalışmak zorundadır.

Daha sonraki günlerde basımevine hiç uğramaz, eve geç gelir, erken çıkar, eniştesiyle yüz yüze gelmek istemez. Bu durumdan yararlanan Vehbi Bey, evin geçiminin kendisine yüklendiğini, Ahmet Cemil’in hiçbir işe yaramadığını bahane ederek, içkinin de dozunu kaçırarak İkbal’i daha fazla haşlar.

Makinaları vermeyeceğini söyleyen Vehbi Bey, evinde bir asalak besleyemeyeceğini söyleyip, kızı durmadan döver. Olanlara daha fazla dayanamayan Ahmet Cemil, Vehbi Bey’i dövmek ister ancak annesi bırakmaz. Eniştesi evden çıkınca İkbal’i görmeye giderler. İkbal böğrüne yediği tekme ile acılar içinde kıvranmaktadır.

Başka çare yoktur. Annesinin yüzük ve küpelerini Emniyet Sandığı’na rehine bırakıp, aldığı paralarla makinaları, dolayısıyla evi kurtarmak zorundadır. Elindeki paralarla telaşla eve gider. Telaş içinde Ahmet Cemil’i kapıda karşılayan Seher, İkbal’in durmadan kan kaybettiğini söyler.

Çocuk düşmüştür. Tekrar doktoru çağırır. İlaçlar alınır. Doktor durumunu pek iyi görmez. Ateşi bir türlü düşürülemeyen İkbal gitgide kötüleşmekte, ateşler için de sayıklamaktadır. Bir gece ağabeyini yanına çağırır ve o geceden sonra Ahmet Cemil kızkardeşini gece gündüz hiç yalnız bırakmaz

Ve bir gece İkbal, annesi ve Seher’in kolları arasında çırpınmaya başlar. Ahmet Cemil kardeşini kolları arasına alarak, sımsıkı sarılır ve iki kardeşin kolları son bir kez buluşur. İkbal, ağabeyinin kolları arasında can verir.

İkbal, derin bir yas içinde toprağa verilir. Ahmet Cemil eve döndüğünde kızkardeşinin odasına girip doya doya ağlar. Hayatından yarım yüzyıl geçmiş gibi çökmüş ve yaşlanmıştır Ahmet Cemil.

Ertesi gün Ali Şekip’in dükkanına giden Ahmet Cemil orada Ahmet Şevki Efendi’yle de karşılaşır. Arkadaşları herkesin başından mutlaka bir kere yas geçtiğini, bu kadar kendisini bırakmaması gerektiğini söyler.

Bu sırada Raci’nin oğlu Nedim’in gazete sattığını görürler ve Ahmet Cemil hep birlikte Raci’yi ziyarete gitmelerini ister.

Düşüncelerle geçen bir yolculuktan sonra, hastaneye varırlar. Raci’yi küçük bir odada, yatağa büzülmüş, iyice kötüleşmiş bulurlar. Çıkışta doktorlara durumunu sorduklarında pek umut olmadığını öğrenirler.

Ali Şekip’in dükkanına tekrar döndüklerinde, Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi tarafından yazılıp, cama iliştirilmiş bir not bulur. Hüseyin Nazmi, bu büyük felakete üzüldüğünü ve yasını paylaştığını, kendisine ulaşamadığını, verilecek pek çok haberi olduğunu söyler.

Ahmet Cemil bu haberin Lamia ile ilgili olduğunu düşünür. “Lamia’da beni sevdiğini ağabeyine söyledi ve evlenmek istediğini mi  belirtti acaba? ” Bu düşünce ile akşamı zor eder.

Erenköy’e arkadaşının köşküne gider ve büyük bir merakla, vereceği haberleri söylemesini ister. Hüseyin Nazmi, Avrupa’da herhangi bir başkente atanmak üzere olduğunu ve bu arada Lamia’yı bir subayla evlendireceklerini söyleyerek, bu gencin bir resmini de gösterir.

Ahmet Cemil’in bütün hayalleri yıkılmıştır. Keşke daha erken davranıp Lamia’yı kendisine isteseydi. Ama evlenmek için yeterince kazancı olmadığı için, bunu yapamamıştır.

Bu yıkımın ardından, sabah erkenden kardeşinin mezarına gider ve orada kardeşi gibi kendisinin de umutsuzluğuna ağlar.

Dönüşte Raci’nin karısıyla karşılaşır. Kadın, oğlu Nedim’in geleceği için, babasından kalan hisse senetlerini bozdurarak, Raci’nin tedavi masraflarını karşılamak ister. Ahmet Cemil; kadınların neden bu kadar bağışlayan ve bu kadar yüce varlıklar olduğunu düşünür. Demek ki; eğer yaşasaydı, İkbal de kocasını affedecekti.

Babıali Caddesi’ni çıkarken, uzun zamandır hiç görmediği Vehbi Bey’le karşılaşan Ahmet Cemil, kendine alaycı bir gülümseme atan Vehbi Bey’in suratına olanca gücüyle, bütün intikamını alırcasına bir yumruk patlatır.

Artık rahatlamıştır. Ali Şekip’in dükkanına girer. Orada, Hüseyin Baha Efendiyle, Vehbi Bey’in kapıştığını öğrenir. Vehbi Bey artık aylığını ödemek istemez. Çünkü gazete haciz altındadır ve belki de kapatılacaktır. Ahmet Cemil, az önce attığı yumruğun verdiği memnuniyetle evine döner.

Ahmet Cemil, babasının ölümünün üzerinden geçen şu beş yılda, çok büyük hayaller peşinde koşup, en büyük acıları yaşamıştır. Artık Lamia da yoktur, İkbal de.Bir zamanlar bütün umudunu bağladığı eserini, şiir defterini eline alır. Okumak içinden gelmez.

Kemiklerini kırmak istediği bir düşman gibi defteri elinde sıkar ve sayfaları rastgele yırtarak sobada yakar.

Ne yapması gerektiğine karar verir. O da çok uzaklara gidecektir, Hüseyin Nazmi gibi. Birden aklına, bir gün arkadaşlarıyla Taksim Bahçesi’nde ellerine aldıkları şiir kitabından okudukları bir parça gelir. ”Mezarlığım başka bir hayat gürültüsünün ve kavgasının mahvolmuş kuvvetleriyle dolu; ama daha ölümlerinin bir birini izlemesi bitmiş olmadı.”

O zaman yüzüne son bir umutsuzluk direnişinin dayanma gücü gelir. Diplomasını alır eline. Bununla vilayetlerden birine gidecektir. Annesine düşüncelerini söyler. Sabiha Hanım, çaresiz, çok uzaklara gitme fikrini kabul eder.

Sirkeci’den ayrılacak sandala binmek üzereyken, Hüseyin Nazmi ile karşılaşır. Arkadaşı Avrupa’ya, kendisi ise herşeyden uzak olmak için; çok uzak ve her tarafı çöllerle kaplı bir vilayeti seçmiştir.

Bir saat sonra Loyd gemisi, Ahmet Cemil’i, annesini ve Seher’i, Kızıldeniz’e götürmek üzere yola çıkar.

Annesi ile Seher’i yerlerine yerleştirdikten sonra yukarı çıkan Ahmet Cemil, güverte de bütün hayatının muhasebesini yapar.

Bu siyah bir gecedir. Birden aklına Tepebaşı Bahçesi’nde, Haliç’e bakarak seyrettiği mavi gece ile yıldızlardan oluşan elmas yağmuru gelir.

Gözlerinin önünde o mavi gece ile bu siyah gece karşı karşıya gelir.  MAVİ ve SİYAH.

O vakit denize bakar. Siyah bir deniz. Bu siyahlığın içine atlamak ve derinliklerine gitmek ister. Dalgalar onu çağırır gibidir. Ancak o derinliklere girdiğinde huzura kavuşacağını düşünür.

Evet, bir karar atılımı, küçük bir hareketle vücudunu denizin derinliklerine bırakmayı düşünürken bir sesle irkilir. Annesi yanı başında, neden yalnız oturduğunu sorar. Annesine geleceğini söyleyerek, bu siyah geceden ayrılarak, annesini izler.

 

   

~SON~

 

 

 

 

 

 

 

 

Romanın Biçimsel İncelemesi

 

Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ı, onun “İstanbul Dönemi” romanlarının ilkidir. Kent soylu romantik aydın Ahmet Cemil’in düşleri ve düş kırıklıkları anlatılan romanın çıkış noktası karşıtlıklardır.

Romanda kahramanların yaşadıkları çevre, giyim kuşamları, davranış biçimleri, ruhsal durumları, çoğu zaman birbiriyle ilişkili olarak ve ayrıntılı biçimde betimlenmiştir.

19. yüzyıl İstanbul’unun semtler, kişiler, gelenek ve görenekler bakımından kimi gerçek çizgileri ve görüntüleri, eserde başarılı bir biçimde yerini almıştır.

Romanda Ahmet Cemil’in iç dünyasından çok, iç dünyası sergilenmekte, diğer kahramanların da ruh tahlilleri, duygu ve düşünce betimleri, fazlaca yer almaktadır.

 

Romana Has Özellikler

 

         Romanın adı simgeseldir. Mai, romanın kahramanı, Ahmet Cemil’in umutlarını ve düşlerini, siyah, bu umutlarının ve fantezilerinin kırılışını simgeler. Roman; mavi ve siyah arasında bocalayan, ikilem içinde kalan, mücadele eden ve bu mücadeleden yenik çıkan Ahmet Cemil’in yaşamından bir bölümü anlatır.

         Romanda gerek baş kahramanın canlandırılışında, gerek betimlemelerin şiirsel yapısında da romantizmin etkisi görülür. Ayrıca Servet-i Fünun Topluluğu sanat anlayışının da etkisi vardır.

 

Roman Hakkındaki Eleştiriler

 

       Yazar, zaman zaman romancılık yönünü unutarak yada bunu yana iterek, bir edebiyat tarihçesi, bir eleştirmen gibi davranmakta, o yıllarda yenilikçi Servet-i Fünun Edebiyatı’nın karşıtı olan tutuculara karşı, kendi topluluklarının şiir ve roman anlayışının bir tür savunmasını yapmaktadır. Bu hal kimi zaman bilimsel bir edebiyat dersi niteliğinde, kimi zamanda Ahmet Cemil’le romanın olumsuz kahramanlarından Raci arasındaki tartışmalarda kendisini göstermektedir.

Free Web Hosting