Eserin Adı:
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Yazarı: Peyami Safa
Basıldığı Yer: İnkılap ve Aka
Kitabevi
Sayfa: 144
Yazarın Hayatı:
(1899-1961) Türk edebiyatında ruh inceleyici roman tarzının kudretli ustası
olan Peyami Safa İstanbul’da doğdu. Serveti Fünun şairlerinden İsmail Safa’nın
oğludur. Annesi Server Bedia Hanım’ın ismini, sonradan sırf geçim endişesi ile
yazdığı eserlerinde biraz değiştirerek mahlas olarak kullanmıştır. (Server
Bedii)
Sivas’ta sürgün bulunan babasını, iki yaşında kaybetti. 9 yaşında bütün ömrünce
etkileri görünen bir hastalığa tutuldu. Hem bu hastalık hem de annesini
geçindirmek zorunda olması, düzenli okul öğrenimine engel oldu. 13 yaşında ilk
kalem denemelerine ve çalışmaya başladı. 15 – 19 yaşları arasında öğretmenlik
yaparken Fransızca da öğrendi.
Edebiyat, Felsefe, tarih, Psikoloji alanlarında o yaş için olağanüstü sayılacak
bilgiler edindi. On dokuzunda başladığı gazeteciliği ölümüne kadar sürdürdü.
Belli başlı bütün gazetelerde fıkra ve makaleler, tefrika romanlar yazdı.
Devlet kapısına bakmayıp, yalnız kalemiyle geçindi.
Ufak seyahatler bir yana, bütün ömrü İstanbul’da geçti. Gazeteciliği
dolayısıyla birçok siyasi sarsıntılara uğramıştır. Vatanından 3 ay önce, oğlu
Merve Safa’yı kaybetmesi, ona büyük bir darbe oldu. 15 Haziran 1961’de beyin
kanaması sonunda ölen Peyami Safa, Edirnekapı mezarlığına gömüldü.
Anlatım Özellikleri: Sürükleyici,
duygusal, içten bir anlatım biçimi kullanılmış. Betimleme bölümlerinde çok uzun
cümleler var. Yabancı sözcüklere yer verilmiş. Konuşma bölümlerinde dil sade.
Eserdeki Kişiler:
Yazar, Operatör, Anne, Nüzhet, Paşa, Dr. Ragıp, Nurefşan
Yazar: kendisini senelerin tecrübeli
insanı gibi hisseden bir şahsiyet. Değişik ruh hallerine giren müthiş bir ruh.
Kendi iç dünyasına ayak uydurmuş aklı ile duygularını bir arada birleştirmiş
bir kişiliğe sahip. Sekiz yaşından beri ayağındaki bir hastalığı çekiyordu. Bu
hastalığın onun için bir kompleks olmuştu. Sekiz yaşından beri muayeneye devam
ediyordu. Yüzünde bıkkınlık ve sebat hemen okunabilirdi. Çevresini hep hayretle
süzer, ağaçların bile sıhhatine imrenirdi. Kendisine çok acır, duygusal yönü
çok ağır basardı. Sevdiklerinden devamlı vefa beklerdi. Sıkıntıları
hastalığının artmasına sebep olmuştu. Aşık olduğu kızın aşkından habersiz
olması derdine dert katardı. Okumayı çok seviyordu.
Operatör: Ümit verici bir insan.
Hastaları için elinden geleni yapan bir kişi. İnsanların hatalarını ispat
ederek yüzüne söylemeyi biliyor. Yani açık sözlü birisi.
Anne: Sevgisi, fedakarlığı ve
şefkatiyle fedakar bir anne. Sevecenlik onun şiarından olmuş. Oğlunun başına
gelen bu hastalıktan oldukça müteessir. Oğluyla fazla konuşup ızdırabını
hissettirmemeye çalışıyor. Ağladığını, geceleri uyanıp oğlunun ızdırabıyla
yandığını, devamlı derdine ortak olduğunu hissettirmiyor. Kendi hastalığını
bile saklıyor.
Nüzhet: Paşanın kızı. Yazarla
uzaktan bir akrabalıkları var. Çok neşeli, etrafı toz pembe gören, düzenli ve
vurdum duymaz biri. Fakat insanlara karşı iyi niyetli. İyi niyetini her zaman
gösteriyor. Yazar devamlı ondan kendi aşkını anlamasını bekliyor. Fakat o
yazardan büyük olduğu için onu hep kardeşi gibi görüyor. Kitapta hep
kahkahalarından bahsediliyor. Fıtratı çok neşeli bir kız. İnsanlara karşı hoş,
iyilik hissi ile dolu. Yazarın kendisine karşı olan aşkını anlamamış ve onu bir
kardeş gibi gören bir kişi.
Paşa: Yazarın uzaktan akrabası olan
bir aile büyüğü. Nüzhetin babası. Yatalak bir adam. Kendine göre küçük bir dünyası
var. Okumaktan ziyade birisinin okumasını dinlemekten hoşlanıyor. Yazarı ad
okuması düzgün olduğu için çok seviyor. Ona devamlı dışarıdan kitap aldırtıp
okutuyor.
Dr. Ragıp: Uzun saçlı,seyrek, ince
sarı saçları olan, fakülteyi yeni bitirmiş bir doktor. Nüzhetle evlenip
Paşa’nın damadı oluyor. Bunun için yazarın ona hep hoşlanmadığı birisi. Çok
neşeli ve islav burnu gibi bir burnu var.
Nurefşan: Paşa’nın hizmetçisi ve
Nüzhetin en yakın arkadaşı, yardımcısı. İyi kalpli ve iyi niyetli.
Eserin Kısaca Özeti:
Kitabın kahramanı on dört on beş yaşlarında genç bir delikanlıdır. Bu delikanlı
çok sıhhatsiz hasta birisidir. Dizindeki bir rahatsızlıktan çok ızdırap
çekmektedir. Yarasının devamlı ağrı ve akıntı yapması nedeniyle sürekli olarak
hastaneye pansumana gitmektedir. Yazar annesiyle birlikte eski bir evde
oturmaktadır. Bu evin sofrası onların hayatlarının geçtiği yerdir. Pansumandan
döndüğü bir gün Erenköy’deki uzaktan akrabalarına gitmeye, orada istirahat
etmeye karar verir. Erenköy’deki köşk, yeşillikler içerisinde bahçesinde havuzu
olan çok güzel bir yerdir. Yazarın akrabası olan Paşa, yazara değer veren eski
bir emeklidir. Yengeyse yazara içten içe kızan birisidir. Nüzhet’e gelince
yazarın sevdiği ancak hiçbir zaman sevdiğini söyleyemeyeceği şımarık bir Paşa
kızıdır. Erenköy’de onunla geçirdiği günler hem çok güzel hem de üzücüdür.
Yenge Nüzhet’i isteyen Dr. Ragıp’a hemen söz kesilmesi taraftarıdır. Nüzhet ise
bu konuda ne düşündüğünü belli etmemekte adeta yazarın duygularıyla
oynamaktadır. Yengesinin Nüzhet’e mikrop geçebileceği uyarısını duyan yazar,
evine dönmeye karar verir. Bir yandan yaralarının ve ağrılarının artması bir
yandan manevi üzüntüleri yazarın sık sık doktora gitmesine neden olur.
Dr. Mithat bu konuda onun en büyük yardımcısıdır. En kötü zamanlarında hep o
yanındadır. Nihayet bir gün korktuğu başına gelir ve ayağının kesileceğini
öğrenir. Çok üzülmüştür. Bu üzüntüyle hastane odasında bayılır. Ameliyat günü
gelmiştir. Sonuçta bacağı kesilir. Artık o sakat bir insandır. Bunu düşünmek
hayatı daha zor hale getirmektedir. Bu arada Nüzhet’in düğün davetiyesi
gelmiştir. Dr. Ragıp Bey’le yarın evlenip Berlin’e gidecektir. Yazarların da
hastaneden taburcu olma günü gelmiştir. Yaşam onu iyice korkutmaktadır. Ancak
kuvvetli olması gerektiğini düşünmektedir. Hastaneden çıkma günü gelir, yanında
gene annesi, Dr. Mithat Bey ve arkadaşı vardır. Bu odada daha birçok kişilerin
ızdıraplainleyeceklerini düşünerek hastaneden ayrılır.